Nusret Karaca
“Sevgili Öğretmenim Nusret Karaca. İki kolumuzu iki yana açtık… Korkuluk olduk en azından… Kolsuz olmaktan daha iyi. Sevgiler’’ Aydın Ilgaz
…
Sevgili Kadir İNCESU ‘’Öğretmenim’’ dedi telefonda ‘’Yarın sabah okula uğrayacağım. Kitap bırakacağım danışmaya. Biri senin. Gecenin ilerlemiş bir saatinde ‘’dost’’ sesi duymak ‘’kitap’’ üzerine konuşmak, bitmekte olan günün yeniden başlaması demek benim için. Sabahın bir an önce olmasını, öğrencilerimle kitapların bir an önce buluşmasını istemek… Gece çok uzun da olsa gün ışığına gebe. Gün ışığıyla, her zamanki koşuşturmanın ilk karesiyle hızlı çekim film başladı evimizde. Nusret Karaca Eşim, kızım ve ben. Hepimiz okullarımıza. Kitaplarla, öğrencilere kucaklaşma vakti yine… Tatlı bir rüzgâr var dışarıda. Bir yıldızdan esiyor bir karayelden. Sanki bir çift göz izliyor bizim ‘’Sınıf’’ı gökyüzünden.
Dizelerinde son sıcaklığı bizlerle paylaşıyor. ELİM ELİNE DEĞSİN/ ISITAYIM ÜŞÜDÜYSE/ BOŞA GİTMESİN SON SICAKLIĞIM Zil çalıyor. Ben bulutların arasından Yıldız- Karayelle birlikte CİDE’deyim. Delikanlılığımın ilk günleri. Eniştem Müteahhit Cide’de. Bir otel inşaatı alıyor. Usta olan dedem, anneannem, teyzem hep birlikte bu güzel kasabaya yerleşiyorlar. Çarşıdan sahile giden yol üzerinde üç katlı, bahçesi erik ağaçlarıyla dolu ahşap bir ev. Okullar tatil ve ben Kastamonu, Daday, Azdavay yolundan geçen bir posta arabasıyla yemyeşil ormanlar arasından sıyrılıp tanışıyorum bu güzel kasabayla.
İnşaatta çalışmaya başlıyorum. Dağlardaki taşlar sökülürken, mozaik yapılırken, harç karılırken kulaklarımda hep türküler. Tarladaki işçi kadınların türküleri… Gece yazlık sinema, evin terasında karanlık sağları izlerken içilen çaylar… Sonra sabaha kadar sessizlik. Yalnızca cırcır böcekleri… Rıfat Ilgaz’ın romanındaki ‘’Gün tarlada düşmüştü üzerlerine’’ cümlesi bile delikanlılık gözlerinden bir ‘’öykü’’ ye konu olur aslında. O kasabayı her yönüyle tanıyan bu büyük usta Batı Karadeniz’de en çok hissedilen rüzgarlar ile yüreğinin sesini yoğurmuş sunmuş edebiyat dünyasına. Yapıtı ele aldığımda sanki ‘’minibüsçü pala’’ evimizin önüne gelmiş sesleniyor. ‘’Bartın’a gidecek misin?’’ Ben yanıt veriyorum, ama içimden ‘’Ne olur göndermeseler de biraz daha kalsam bu kasabada”
Talip Apaydın ‘’Batı- Kuzey Anadolu’nun bir kesimini, Cide kasabası çevrelerini, coğrafyası ile, toplumsal ve ekonomik yapısı ile, insanları ve insan ilişkileri, sorunları ile ortaya seren bir roman. Öyle ki, o yöreyi tanıyalım, tanımayalım romanı okurken gitmiş gibi oluyorsunuz.’’ Diyor. Yıldız-Karayel romanı için. Ona göre roman insanların iç dünyalarını, düşün ve duygu biçimlerini, davranışlarını başarıyla veriyor okurlara. Gerçekten de bir çok edebiyatçının, eleştirmenin vurguladığı gibi roman tekniği açısından Türk Edebiyatının en başarılı yapıtları arasında yer almayı hak eden bir yapıt Yıldız-Karayel.
Şimdi yıllar sonra CİDE kasabasına bir yolculuğu çıkaran rüzgârlarla kucaklaşmış durumdayım. Kafamı kaldırdığımda yanı başımdaki masalarda kimler var, ancak o zaman fark ediyorum. Birkaç gazete okuyan dışında ne bir kalem ne bir kitap var masalarda. Nerede miyim? Bir düşünün hele. Neden yazan, çizen, üreten eğitimciler benim dostlarım… Neden ‘’sınıf’’ı doya doya yaşayan ‘’son sıcaklığı’’nı bile boşa harcamayan eğitimcilerin yapıtları alıyor zamanımı… Şimdi ben neredeyim? Kimlerin arasındayım dersiniz?
…
(*)
07 Eylül 2007 tarihinde Gazete Kadıköy’de yayınlanmış yazım