Nusret KARACA
En güzel şiirler kime yazılır Haliç’te?.. En acılı öykülerinde kimler yer alır? Peki kimler yaşar en güzel aşkları günün her anında? Çocuktun Haliç… Sonra gelinlik bir genç kız, damat adayı bir delikanlı. Alın çizgileri emek emek örülmüş büyükbaba, eli öpülesi sabırlı büyükanne… Arkadaştır paylaşmayı, doyasıya kucaklaşmayı hiç unutmayan. Vefadır Haliç… Duygudur, coşkudur. Bir liseli genç kızın kıpır kıpır yüreğidir. Pierre-Loti’de kaçamak aşktır. Uzaklardan gelen konuklarını karşılamak için bir iskeledir Eyüp Sultan’da. Mehterhane’den yankılanan yüzyıllardır Osmanlı müziğidir. İşçidir… Grevdir… Kokudur, dumandır… Sonrası masmavi sulardır yarışlara kucak açmış.. Yenilenmiş, düzenlenmiş. Tarihtir, coğrafyadır, felsefedir, edebiyattır. Karşınızda doyumsuz bir tablodur. Balat’ta dar sokaktır, meyhanedir.
Değişik ulusların ayak izleridir Haliç. Benim gençlik aşklarımın yuvasıdır… Platonik duygularımın sırdaşı… İki katlı evimizin küçük balkonunda, doyumsuz anların durağı, bahçemde açan çiçek, balkonumdaki saksı. Pencereme dal uzatan erik ağacına konmuş, beni her sabah uyandıran kuş. Annemin ev arkadaşı, gün boyu yoldaşı. Babamın ise gün batımı huzurlu yuvası. Evinin bahçesi çocukların oyun alanı Mehmet amcanın sımsıcak yüreğidir Haliç. Zeynep teyzenin şen kahkahaları, İsmail amcanın haykırışıdır. Karanlıktır Haliç… Ani bir sessizliktir kimi zaman, fırtınalar öncesi… Kapanan fabrika, yıkılan gecekondudur. Serdar’ın ilk ve son sevgilisidir, yeri belli olmayan mezarıdır. Neşet ağabeyin kahvehanesinde içilen bir yudum çay, Eyüp Sultan’da çocukların ellerindeki oyuncaktır.

Kırık dökük anılarla, onları yolculuğa çıkarmış olanların buluşma yeridir. Saçları kırlaşmış çocukluğun, on dört yaşımın olgunluğu, sevgilinin umut dolu bakışlarıdır. Sabahın ilk saatlerinde kız arkadaşını, işe giderken görebilme çabasındaki delikanlıdır. Kâğıthane deresi yanından geçerken 18. Yüzyılı yaşayan bir meraktır, Lale Devri’ni 20. Yüzyıla taşıyan düşünce gücüdür. Hasbahçe’dir Haliç, Tersanedir, Şişhane yokuşudur Kuledibi’ne uzanan. Sadrazam Mahmut’un uykuluğu, borsanın mezbahası, Şakir Zümre’nin içinizi ısıtan döküm sobası. Her gün yeni doğan bir çocuktur Haliç… Büyür, yaşlanır… Sonra yeniden doğar. İskeleye yanaşan küçük bir tekne Haliç… Alır, gün boyu kıyılarını dolaştırır. Her kıyıda, her mahallede her sokakta biraz ben, biraz sen biraz da o… Koşuşturma içinde bazen içi acısa da o hep gülümseyen yüzüyle çıkmak ister karşınıza, çağlar boyu yaşadıklarını anlatmak istercesine. Gözyaşları acıdan mı, sevinçten mi anlayamazsınız. Yakından tanıdınız mı ve onu anlamaya başladınız mı sizin de gözünüzden birkaç damla yaş süzülür yanaklarınıza. Onun gözyaşlarıyla karışır. Haliç’le kucaklaşmaktır bu… Zaman içindeki değişim, Eyüp’te simitçilerin yerini yeni “sunum” şekli ile mısırcıları almıştır. Haliç bunu da kabullenir.
Hiç kimseye kızmaz Haliç… Kızamaz. İki katlı turist otobüslerini karşılar tüm konukseverliğiyle… İki boynuzu sanki daha bir parlaktır. “İnanç”tır Haliç, huzurdur. Haliç aslında yazılmamış bir şiir, yaşanmamış bir öykü, hiç bitirilememiş romandır. Kimse nereden başlayacağını ve nerede bitireceğini bilemez onu ölümsüzleştirecek sanat eserinde. Şiirler, öyküler, romanlar, tablolar, müzikler hep yarımdır aslında. Herkes bir şeyler katmak için bir yerinden tutar, tutmaya çalışır. Haliç tutkusudur bu ve Haliç tutmuştur sizi. Ne kadar dingin olsa da, minik dalgalarıyla sarsmıştır. Haliç sarhoşluğu bir başkadır. Başınız döndükçe tutunmak istersiniz, o kaçar. Siz kaçmaya, uzaklaşmaya çalışırsınız, o sizi kovalar. Haliç’le kovalamaca… Tıpkı benim gibi. Başım döndükçe ondan biliyorum. “Neden böyle yapıyorsun?” diye sormak geliyor içimden. Ona koşuyorum. Yüz yüze konuşmak istiyorum. O bana “Sus” diyor. “Madem yine bana geldin. Doya doya yaşa çocukluğunu. Sandal mı istiyorsun? Bisikletlerini mi? Ya da arkadaşlarını? Özledin mi? Beni takip et” Soru sorma fırsatı bile kalmıyor takıyor seni peşine Haliç, sürüklüyor… Sürükleniyorum… Yeniden çocuk oluyorum, yeniden delikanlı… Yaşam bu aslında. Nerede olursam olayım bir sığınacak limanım bir “Haliç”im var.. Ya sığınacak bir limanı olmayanlar? Öyle bir yer ki burası nerede olursan ol seni bulur, kucaklar. Herkes için sığınacak bir limandır aslında. “Ben Haliç”.(*)
(*) “BEN HALİÇ”/Nusret Karaca
…
FİDANLIK SOKAK
(Emniyettepe’de bir sokak)
Yine kararmaya başladı gökyüzü
Hâlâ dışarıda Fidanlık Sokağın çocukları
Üzerlerinde eşofman ayaklarında top
Ellerinde misketler
Kendinden geçmiş bir kaçı
Bu sokakta çocukların
Hiç bitmiyor oyunları
Çöplük etrafı oyun bahçeleri onların
Yarı taş yarı toprak yollar
Futbol sahaları
Ne fabrika dumanlarını görüyorlar
Ne de kokusunun fakındalar Haliç’in
Bu sokakta çocukların
Hiç bitmiyor oyunları
Bir akşam üzeri yine
Pencereden bakıyorum yarınlara
Geçmişlerde derinlerde
Kendi çocukluğum geliyor aklıma
Bir başka oluyor Fidanlık Sokak’ta akşamlar
Bu sokakta çocukların
Hiç değişmedi oyunları
(Nusret KARACA)
…..
BEN HALİÇ’İN ÇOCUĞUYUM
“Ben mi”?
“Efendim..! Küçükken…”
………….
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Eyüp’te büyüdüm.
Sütlüce’den Balat’a
Sandallarla
Ben geçtim
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Orada
Erken çalardı fabrika boruları
İşçiler otururdu
Sırt sırta vermiş evlerde
İnsanlar yorgun kalkardı yataklarından
Biz çocuklar
Kana kana içerdik suları
Eyüp çeşmelerinden
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Sokaklarında
Top oynardı bebeler
Ellerinde yağlı ekmeklerle
Güler yüzlüydü insanları
Ve…
Kahvelerde toplanırlardı
Büyükler akşamları
Ben Haliç’in çocuğuyum
Kokular yayılırdı
Martıların uğramadığı
Alibey Deresi’nden
Oranın çamurunda
Son balıkları
Ben tutmaya çalıştım
Çocuk aklımla
Oltalar yapardım tellerden
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Yorgun çökerdi güneş akşamları
Evlerin damlarına
Geç yatılır
Erken kalkılırdı
O küçücük evlerde
Bilseniz
Ne hayaller yaşanırdı
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Aklımda hep Haliç
Eyüp Sultan’da kuşlar
Avlusunda dua eden annem
Dışarıda simitçiler
Simdi
Babam
Annem
Bir de
Kardeşim kaldı mezarda
Aklım hâlâ Haliç’te
Gördüm
Eski Galata Köprüsü’nü de,
Hasköy’e çekmişler
Peki…
İstanbul Nerede?
Ben
İstanbul çocuğuyum
Şimdi
Kadıköy’de oturan
Eyüplü
Yani
Yani aslında
Ben Haliç’in çocuğuyum.
…..
“Amca…!
Martılar uğramaz mı buralara…”
…..
Ben Haliç’in çocuğuyum
Küçükken de buralarda
Yağmurlar yağardı
Yatak döşek
İnsanlar
Dışarılarda yatardı
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Oy istemeye gelirlerdi buralara
Dayılarla, amcalar
Sonra bir daha uğramazlardı
Onları gördüğümüz
Yalnızca bayramlardı
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Esnaflar
Kendileri yaparlardı yolları
Sonra birileri gelir
Birileri adına
Toplarlardı paraları
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Bir zamanlar
Kendi hallerinde
Yaşarlarken insanlar
Gelmezlerdi
Arsa almaya
Büyük büyük adamlar
Şimdi
Kalmadı el atılacak yer
Ve…
Para etmeye başladı ya buraları
Üşüştü yine
Dayılar… amcalar
Ve…
Tüm akrabaları
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Değişene kadar
Yazgısı buraların
Yazacağım durmadan
Ben
İstanbul çocuğuyum
Kadıköy’de oturan
Eyüplü
Yani
Yani aslında
Ben Haliç’in çocuğuyum
….
“Mavi mi? … O da ne?”
….
Ben Haliç’in çocuğuyum
Düşlerimde
Mavi dalgalar vururdu yanaklarıma
Kıyıda beni
Küçük bir sandal karşılardı
Saçlarımı da
Hafif bir rüzgâr okşardı
Bahçemizde
Hanımelleri açar
Papatyalar
Gelincikler coşardı
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Fener’de
Bir sandaldı oyun odamız
İlk sigarayı orada içtim gizlice
İlk birayı
Balat’ta bir meyhanede
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Defterdar surlarında
Çadırları arasında Çingenelerin
Futbol oynardım ben
Temelleri atılırken
Haliç Köprüsü’nün
Sırtım
Kan ter içerisindeyken
Ben
Haliç’in çocuğuyum
39 numara geçerdi
Aksaray’dan Alibeyköy’e
49…
Kambur otobüs
Taksim’e
47…
Şişhane’ye
Ayakkapı’nın dar sokaklarından geçerdi
Magirus otobüsler
Pahalı da olsa
Tıka basa doluydu
Kasımpaşa’ya giden
Küçük minibüsler
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Alibey Deresi’ne
Lağımlar karışırken
Şenbağ’dan
Karadolap’a inerdik
Gül sinemasına giderken
Çırçır’da
Sıyırırdık paçalarımızı
Geçerken dönüşte
Tahta Köprü’den
Paylaşırdık çocuklarla
Kalan paralarımızı
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Eyüp’te Pierre-Loti
Köşe başında
Sultan muhallebi
Ve
Şark Kahvesi’nde
Ak sakallı
Metin dede
Ah…!
Ne anılarım vardır
Oraların
Kıyısında köşesinde
…..
“Hoşgeldiniz…! Geldiniz de!”
….
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Greve girince işçiler
Arkadaşlarım
Fabrikalarda yatardı
İşsiz kalınca
Mustafa
Süleyman
Hüseyin
Dışarıda çorap satarlardı.
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Güzeltepe’nin
İşçi çocukları
Sokaklarda
Misket
Çelik çomak oynarlardı
Arkadaşlarım vardı oralarda
Üçkâğıtçılara direnir
Onlarla güreş tutarlardı.
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Emniyettepe’de kondular
Boş arsaları
Zamanla doldurdular
İki oda yapanlar
Birer yuva kurdular.
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Silahtarağa’da
Salıpazarı vardı
Sıcakta
Haliç pislik kokardı
Üf…! deyip
Burunlarını tıkarlardı
Uzaklardan gelenler
Düzenlendi
Toparlandı ya buraları
Onlar oldu
İlk gelenler
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Saatleri
Fabrika düdüklerinden ayarlardık
Yıllarca
Hep yalanlarla oyalandık
Çamur doluydu
Taş ocağında kaldırımlar
Kim söz verirse
Seçim önceleri
Onlara kanarlardı
Umut dolu insanlar
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Mavi Haliç’ti
Çay bahçemizin adı
Denizin mavisinden
Martılardan uzak
Kim bilir
Bir mavi düştü bizimkisi belki
Ama yine de
Bir başkaydı
Haliç’te çocukluğun keyfi
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Kâğıthane Sadabad
Tarihte buraları
Lale devrindeydi
Benim de çocukluğum
Hep oralarda geçti
Çamlık’tı oynadığımız yer
Şimdi buralarda
Gökdelenler diktiler
Pis kokarken çevremiz
Beyefendiler…
Hanımefendiler…
Acaba o zamanlar
Nerelerdeydiler?..
….
“Yüreğime vuruyor dalgalar”
…
Ben Haliç’in çocuğuyum
Merhaba kahveci Mehmet
Merhaba büfeci Oylum
Kokoreççi Aziz… Boyacı Ahmet
Merhaba işçi kızlarım
Merhaba
Haliç’in güzel insanları
Yıkılmış gecekondulardan
Eşyaları yerlere atılmış
Fabrika işçileri
Nerelerdesiniz?
Nerelerde?
Bakın
Martılarla gönderiyorum yüreğimi sizlere
Gözyaşlarımı ise
Haliç’e
Ben
Haliç’in çocuğuyum
Neredesin İzmirli Muhtar Amca
Ayakkabıcı Dayko
Berber Kâni
Nerelerdesiniz…
Çocukluk arkadaşlarım
Nerede top oynadığımız çayırlar
Bacası duman tüten fabrikalar
Nereye karıştı…
Haliç sularındaki mavi düşlerim
Canlı fotoğraflarım
Çocukluk anılarım
Nerede iskeleye yanaşan son vapurlar
Oturmaya gelen
Anneannem
Ak sakallı dedem
Neredesiniz anneciğim, babacığım
Nerede Haliç’teki ayak izlerim
Ben
İstanbul çocuğuyum
Şimdi
Kadıköy’de oturan
Eyüplü
Yani
Yani aslında
Ben
Haliç’in çocuğuyum
….
(Nusret KARACA)