İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türk Resmine Büyük Katkısı Olan Leopold Levy ve İbrahim Çallı Üzerine…

Ümit Gezgin

Akşama Rüzgargülü Kafe‘de toplantı var, Tuğrul Çutsay çağırıyor, saat yedide buluşalım, diyor dedim Alp Özeren‘e.. Nermin hocaya da haber verebilir misin… Alp sağolsun, tabi hocam, dedi.. Tabi.. haber veririm…

İDEA Kafede oturmuş resim çiziyordum ve çevremdeki genç insanlar da merakla çizdiklerime bakıyordu.. Önümdeki masada oturan orta yaşlı kadınlar da yaşam, geçim, kocaları hakkında dedikodular yapıyor, biri artık canına tak dediğini ve boşanacağını söylüyordu.. Dönüp dönüp de aynı şeyleri yineliyordu…

Kalkma zamanımın geldiğini hissettim.. Hazırlandım hemen yola koyuldum.. Aşağıya inip, Moda sahilinden, tarihi iskelenin ordan, gerisin geriye, Kurbağalıdere‘ye doğru kıvrıldım ve ilerden de Kalamış Marina‘yı, daha ötelerde Fenerbahçe Burnu‘nu ve Fener Kulesi‘ni görüyor, daha ilerde, sislerin ardına gizlenmiş Heybeliada‘yı görüyordum.. Her Heybeliada’yı gördüğümde de Hüseyin Rahmi’yi düşünürdüm.. Altmıştan fazla romanı, yüzlerce hikaye ve deneme kitaplarını nasıl yazdığını hayal ederdim.. Sonra, derdim ki içimden.. demek ki üstad her gün yazı yazıyordu.. Hem kurguluyor, hem de yazıyordu…

Eve ulaştım sahilden giderek ve belli yerlerde de durup, resimler çizmiştim Kalamış‘tan denize, hafif dalgaların üstünde dans eden yelkenlilere, sahilden habire gidip gelen insanlara, bisikletlilere, motokuryelere, skooter sahiplerine.. evli, nişanlı, sevgili çiftlere.. çocuklar, gençler ve yaşlılara.. bakarak… Ne çok da insan vardı.. türlü türlü…

Sonunda eve ulaşıp, Güncel Sanat doktora dersini vermiştim.. dahası doktora öğrencileriyle Güncel Sanat üzerine konuşmuştuk.. Sanatın ne olduğundan tutun da, gelişimine ve sonunda güncel sanatla ilgili gelişme, değişme ve somut örnekler üzerindeki vaziyetlerine kadar…

Yedide yola çıktığımda, sokak kalabalığının azalacağına arttığını gözlemlemiştim.. Antikacının önündeki ikinci el kitaplara şöyle bir göz gezdirdikten sonra, Bağdat Caddesi’ne doğru hızlıca yürümeye devam ettim.. Işıklardan karşıya geçtiğimde sarı dolmuşlardan biri karşımdaydı… On iki lira verip, Altıyol ışıklarda indim…

Leopold Levy

Rüzgargülü Kitap Kafe‘ye ulaştığımda Nermin hoca ve Tuğrul Çutsay oradaydı.. Kusura bakmayın biraz geciktim, dedim…Gülüştük.. Hemen çaylar söylendi.. Birer sufle.. çayla iyi gidiyordu.. Az sonra Alp geldi elinde poşetiyle.. Ben de poşetsiz ve çantasız yola çıkmıyordum.. Mutlaka içine bir şeyler tıkıştırır, tıkıştıracak bir şey bulurduk…

İbrahim Çallı

Tuğrul Leopold Levy’nin ve İbrahim Çallı‘nın portrelerini çizmeye başladı. Çizgi ve portre üstadıydı zaten Tuğrul… Bu iki ünlü kişinin Türk resmine büyük katkıları olduğunu, söylüyordu.. Evet, haklıydı.. Leopold Levy 1936 yılında Akademi’de göreve başladığında, Akademi’nin kaderinin çizilmesine de büyük katkıları olacaktı.. Muhtemelen İbrahim Çallı‘nın aracılığıyla gerçekleşmişti bu.. D Gurubu ve Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği’nin gerek organizasyonlarında, gerekse de sanatsal etkinliklerinde ve sanat politikalarının ve estetiklerinin belirlenmesinde önemli katkıları olacaktı Leopold Levi’nin…

Leopol Levy Türk ressamları üzerinde büyük etkisi olmuştu.. Gerçi İbrahim Çallı onun Akademiye gelmesine ön ayak olmasına rağmen, buna katılmıyordu.. Türk ressamlarının kişiliklerini dejenere ettiğini ilan ediyordu ve bu yüzden de erken Fransa‘ya gönderilmesine sebep olmuştu.. Kişilik önemliydi ve bu kişilik yerli bir kimlik geliştirmek zorundaydı.. Sabri Berkel, Cemal Tollu, Bedri Rahmi, Nurullah Berk üzerinde önemli etkisi vardı Levy’nin.. Ayrıca edebiyatçılardan Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç, Yahya Kemal Beyatlı, Sabahattin Ali, Fikret Adil.. gibi insanların dostuydu…

Kısacası Türk sanatçı ve aydınlarının arasında bir dünya kurmuştu Levy kendisine.. Ama özellikle ressamlar konusunda pek bir fayda gösteremediğinden söz ediyordu İbrahim Çallı.. Özellikle özgün bir resim kimliği geliştirmenlerine engel olduğunu düşünüyordu onun…

İbrahim Çallı kendisini elbet bu ülkenin sanatçısı olarak görüyordu. Leopold Levy yurtdışından gelmişti ve buradaki sanatçıları ikinci sınıf olarak algılıyordu.. Yönlendirmesini de ona göre yapıyordu.. Oysa Çallı, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin içinde yer alarak, Sami Yetik, Şevket Dağ, Halil Paşa, Avni Lifij, Feyhaman Duran.. gibi ressamlarla birlikte özgünlük yolunda ve bir Türk Resmi kimliği geliştirmek için yol yürümüştü…

Çallı da gerçi Fransa’ya gidip Fernand Cormon‘un atölyesinde deneyimlerini attırmıştı. Ama amacı yurda dönüp burada özgün ve kimlikli sanatçılar yetiştirmekti.. Bunları da yapmadı değil… Şeref Akdik, Refik Epikman, Elif Naci, Mahmut Cuda, Ali Avni Çelebi, Zeki Kocamemi, Bedri Rahmi.. hep onun öğrencisiydi…

1947 yılında, 65 yaşında emekliye sevk edildiğinde çok üzülmüştü… En verimli çağında öğrencilerinden ayrıldığı için üzgündü… Emekliye sevk edilmesinde Leopold Levy’nin parmağı olduğunu, düşünüyordu ve onunla hareket eden bazı Türk hocaların…

Bu Türk resmine büyük katkıları olmuş ressam, ünlü, büyük Türk ressamları yetiştirmiş nüktedan sanatçı, Levy’nin adeta kurbanı olmuştu ve onu hayatı boyunca hiç affetmedi…

Tuğrul, ama haksızlık yapıldı Leopold Levy‘ye dedi.. Haklıydı.. Emekliliğine iki ay kala, onu görevden uzaklaştırmışlardı.. Bu nankörlüktü.. Türk resminin modernleşmesinde büyük etkisi ve katkısı olan bir Yahudi asıllı Fransız sanatçı nedense, Türk ressamlarının gereksiz kaprisleri sonucunda, Akademi’den uzaklaştırılmıştı.. Hem de emekliliğine iki ay kala… O da küskün bir şekilde Fransa’ya dönmüş ve bir daha da dönüp arkasına bakmamıştı… Yetiştirdiği ve etkisinde olan öğrencileri de Çallı’nın görev süresini uzatmayarak, bir tür Levy’nin intikamanı almışlardı…

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: