İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Erenköy’de Sabah…

Ümit Gezgin

Erenköy, Bağdat Caddesi‘ne paralel, tarihi Erenköy Tren İstasyonu‘nun hemen yanına yerleşmiş, yine tarihi caminin çevresinde oluşmuş, küçük bir kasaba meydanı gibi bir yer… Bir mahalle denilebilir buraya.. Yıllar sonra ilk defa geliyorum ve sürekli fotoğraf çekerek burada kalıcı olmak, hiç değilse burayı daha yaşanılır yapmak, benlik ve bilincin içinde gözlemle harmanlayarak burada var oluşumu tamamlamak ve tanımlamak istiyorum..

Çünkü yaşantı olmadan bir yeri tanımlayamıyorsunuz.. var olmak.. Özümsemek gerçekliği..Yaşam gerçekliğini.. gözlem ve yaşantının sentezlenerek o semtle bütünleşmesi, harmanlanması.. ruhsal bütünlük sağlanması ve tarihsel derinlik oluşturması.. Boşuna demezdi Tanpınar: “her otuz yılda bir bizde semtler yeniden düzenlenir”, diye.. Bu da tarihsel kimliğin oluşmasını engelliyor.. sanatı sekteye uğratıyor.. Sanat tarihsel derinlik ve yaşanmışlık ister çünkü…

Ümit Gezgin

Buraya eşimle geldik. Dispansere gidip doktor sonuçlarını alacaktık. Ben de bir kafeye oturup eşimin sonuçları almasını beklerden, aynı zamanda da fotoğraflar çekiyordum ve çevredeki insanlara, binalara bakıyordum.. Kırmızı, sarı turuncu.. daha çok da bol bol kahverengi renkler görüyorum.. Renk cenneti gibiydi heryer.. hava soğuk, gri ve Mart ayı olmasına rağmen… Sonra biliyordum ki, “Mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır”… Arabalar kaplamıştı bütün kaldırım kenarlarını.. bir sarı ticari aracın burnu gitmiş, iyisinden yamulmuş ve farları patlamıştı.. Ama aracın şöförü hiçbir şey olmamış gibi mal boşaltıyordu. Panayır Kafedeki fiyatlar el yakıyor, insanlar oturup kalkıp, bir daha oturmuyorlardı.. Yaşlı biri “on beş liraya küçük bardak çay mı olurmuş”, diye yakınarak uzaklaşıyordu pastaneden.. Bunlar İstanbul’un değişik yerlerinde çoğalmıştı.. Küçücük çay on beş liraya satılıyor ve insanlar adeta isyan ediyorlardı..

Erenköy tarihi tren istasyonu

Ağaçlar da vardı, motorlar, tarihi yapılar ve modern yapılar.. Oturup konuşan iki gençkin kadın fiyatların çok pahalılığından dem vuruyordu.. Boşadığı kocasını anlatıyordu sonra karşısında sigara içen kadına ve yeniden evlenmeyi artık düşünmediğini, evlenip de ne olacağını, soruyordu karşısındaki gözlüklü, toparlak yüzlü ve şişkin parmaklı, tombalak kadına.. Böyle olmaz.. bunların hep çilesini biz çektik.. sefasını da bu gerzek erkekler sürdü.. şimdi tek başlarına kalsınlar da görsünler.. anaları temizlesin arkalarını.. hepsi gerzek.. biz kediler gibi tek başımıza yaşarız ama.. bu gerzekler köpekler gibidir.. illa sığınılacak bir limanı olmak zorundadır bu salakların… diyordu…

Erenköy sokakları

Haksız da sayılmazdı.. erkekler tek başlarına yaşayamazlardı.. anaları bakardı onlara.. sonra da karıları bakardı.. onlar kadınsız yapamazdı ve kadınsız kaldıklarında da sudan çıkmış balık gibi tir tir titrerler ve suya atlamak isterlerdi.. çoğu kez de bunu başaramazlar.. ölüp giderlerdi.. Zaten erkeklerin kadınlardan önce ölmesinin sebebi de biraz buydu.. Kadınsız yapamamaları.. kadınların artık onlara bakmaması.. yaşlanınca ilk önce erkeklerin ölmesi boşuna değildi.. kadınlar yaşlı erkeklere bakmak istemezlerdi.. çünkü kadın yaşlanmazdı.. ama erkek bariz şekilde yaşlanır ve kadına yük olmaya başlardı.. kadın da başından savardı erkekleri ve ölüp gidiverirdi erkek de…

Erenköy tarihi cami

Şimdi orda aşağı yukarı yürüyor gidiyordum. Tek tük elleri ceplerinde sağa sola aval aval bakıp yürüyenler vardı. Çalışmayan elektrik lambaları, cılız ağaçlar, köhne banklara oturmuş yaşlı maskeli insanlar, dispanserin yanında bekleşiyorlar, arabalar tepeleme doldurmuşlar her yeri, kaldırımların üstüne üstüne çıkmış tonla araba var..her renk araba.. tarihi binanın, istasyonun hemen yanına çöreklenmiş küçük esnaf, gezgin esnaf.. bazı binaların yüksekliği dev ağaçlara benziyor.. soğuk gölgeleri yol ve kaldırım boyunca uzanmış ve uzandığı yerleri de, karanlık ve soğuk bir gölge parçasına dönüştürmüş…

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: