İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Parlak Güneş.. Masmavi Gökyüzü…

Ümit Gezgin

“. . . şimdi hem ihtiyar, hem de hastayım, ve her şeyden fazla, günden güne yaklaşmakta olan ölümü düşünüyorum. Geçmişi arada bir düşünüyorum, ruh gözümle gerilere baktığım pek seyrek oluyor. Ancak bazen kışın, alev alev yanan ocağın karşısında, kımıldanmaksızın otururken, sonra, yazın, iki yanı ağaçlı, gölgeli yolda, sakin adımlarla gezinirken geçmiş yılları, olayları, kişileri hatırlarım. ” Turgenyev

Evden çıktığımda güneş bütün her yeri kaplamış, parlak ışığıyla gökyüzünü daha mavi yapmıştı.. Turgenyev’in dediği o yaşlanma, o geçmişe bakma an be an ensemizdeydi.. Zaman durdurulamayacak bir gerçeklik olarak uzayıp gidiyordu…

Ağaç gölgeleri, yeşilin ferahlık veren her tonu.. artık rüzgarlı ve kapalı havalar, ağır gri bulutlar geride kalmıştı.. gökyüzünü alabildiğine mavi bir sonsuzluk içinde gösteriyordu güneş.. tek tük beyaz mı beyaz bulutlar vardı.. beyazın tüm çekici güzelliğini kendine toplamış pamuk gibi bulutlar salınıp dolaşıyordu gökyüzü maviliğinin içinde…

Sadun Boro heykelinin karşısında duruyordum. Eşi ve kedisiyle sonsuz ufuklara, dört bir yanına okyanusların yelken açan bu usta denizci, Türkiye’yi de tanıtmıştı… Heykeli de zaten onu simgeliyor.. dünya denizlerini, yelkenli teknesini.. kedisi ve eşiyle birlikte teknesinin dümeninde, rotasına tüm dünyanın limanlarına çevirmiş bakıyordu… Bu yönüyle başarılı bir heykel…

Arkasında da Fenerbahçe’nin küçük kilisesi var. Bahçesinde de restaurant… Kilise de restorasyona girmiş, demir iskeletler takılmaya başlanmış çevresine, ağaçlar gölgeliyor, bahçe kısmı özel otopark olarak kullanılıyor, çan kulesi iyisinden çürüyüp, dağılmaya başlamış…

Ordayım.. fotoğraf çekiyor ve bu anı, sonradan üzerinde çalışırım, diye değerlendiriyorum.. Gelip geçen insanlara bakıyorum.. Onlar da hem kendilerinin ve hem de daha çok gelen geçenlerin farkındalar.. Birbirlerini göz ucuyla süzüyor insanlar. Doğrudan göz temasından kaçınıyorlar nedense.. Ya korkuyorlar, ya da bir alışkanlık bu.. İnsanlar neden göz temasından kaçınırlar ve güvensiz olurlar…

“Bunu okuyan sizler hâlâ yaşayanların arasındasınız, ama yazan ben uzun süre önce gölgeler diyarına gittim. Çünkü gerçekten tuhaf şeyler olacak, gizemler açığa vurulacak ve pek çok yüzyıl geçecek, bu anıtlar insanlar tarafından görülmeden önce.” Edgar Allan Poe

İleriye doğru gidiyorum. Sağda büyük otel var beyaza boyalı. Yapılalı çok eski bir tarihe gitmiyor.. Yapılış öyküsünü biliyorum.. Belki beş yıl oldu… Güneşin her tarafı kapladığını görüyorum.. yürüdükçe güneş daha da etkileyici oluyor yer, gök, ağaçlar, dallar, yapraklar, kediler köpekler ve kuşlar arasında… Ordayım ve empresyonistler gibi gözlemliyorum her şeyi..Sonra motor uğultusunun ve böğürtüsünün ötesinde, kuşların, köpeklerin seslerini duyuyorum.. dalgaların ve rüzgarın.. Kediler sessiz bir köşedeler her zaman olduğu gibi.. birer gözlemciler onlar.. sessiz tanıkları yeryüzünün… bazen miyavlıyorlar, çanta veya poşetinizde yemek olduğuna inanırlarsa.. bir de sizi severlerse, bacaklarınıza sürtünürler, sev beni, diye başlarını uzatırlar…

“Ancak insanoğlunun bilinçli olmasından gelen bir talihsizliği vardır -bilinçli bir varlık olduğunuz için övünmeye erken başlamayın!- fikirler bizde sıra sıra dizilir, birbirlerini takip ederlerken, onların yalnızca nesnel gerçekliğe sahip olmakla kalmadıklarını, Spinoza’nın deyişiyle, fikirlerin de fikirleri her zaman oluşturulabileceği için, içsel bir gerçekliğe de sahip olduklarını unutmamak gerekir.” Ulus Baker

Çiçekler açmıştı Yoğurtçu Parkı’nda.. güzel bir güneş vardı..yeşillikler parıl parıl parlıyor, göz alıcı ağaç dal ve yaprakları insanı mutlu ediyordu.. İlkbahar gelmişti işte.. Her yer her renkten çiçeklerle donanıyordu.. Gökyüzünün sonsuz maviliği yeryüzünün sonsuz yeşilliğiyle bütünleşip mutluluğu yaratıyordu.. İnsanlar gülüyor, eğleniyor, denizlerin geniş ufuklarına bakıyorlardı..

Kurbağalıdere‘nin kenarından Moda burnuna, oradan da Moda iskelesini görerek yukarı Belediyenin İdea Kütüphanesine çıkacağım.. Orada ağaçların altında, Fenerbahçe’ye ve Moda’ya bakan, balkonlu güzel bir kafe kısmı var.. Herkes oraya ders çalışmaya, kitap okumaya çıkıyor.. Teras gibi güzel bir yer. Manzarası harika…Yelkenlileri göre göre ilerliyorum. Gölgeleri uzamaya başlamış insanların.. sanıyorum saat öğleden sonrasına gelmeye başlamış.. Dere durgun, koy durgun.. adalara doğru açılan Kalamış önündeki deniz durgun.. Bir iki tane yelkenli aheste aheste ilerliyor adalara doğru.. tam o sıra bir vapur adalardan geliyor…

Dere çıkışında yan yana dizilmiş yelkenlileri görüyorum. Bunlar Fenerbahçe Spor Kulubü‘nün eğitim yelkenlileri.. Zaman zaman onları denizde görüyorum.. Gençler, çocuklar kürek çekiyor, yelkenlilerle açılıyorlar da açılıyorlar.. bir de minik yelkenli kayıklar var.. minikler için.. gurup halinde uzaklarda yan yana toplandıklarını görüyor.. zaman zaman da sanki bir ayine katılıyormuş gibi, denizin ortasında halka halka bir araya geliyorlar…

Moda iskelesine bakıyorum. İki kişi geliyor karşıdan, kayaların üzerinde oturup birbirine bir şeyler anlatan var. Güneş iyisinden kızmış, parlak ve aydınlık dalgası tüm gökyüzünü, yeryüzünü, çimenleri ve denizi kaplamış..İnsanlar güneşin bu kadar keskin olmasından yakınıyorlar. Hava bulutlu olduğu zaman da yakınıyorlar.. İnsanlar ne zaman yakınmıyorlar ki sanki…

İskeleye gitmeyi düşünüyor, ama sonra vazgeçiyorum.. Herkes orada ve oturacak yer bile bulamıyorsun oraya gidince.. Ayakta kalakalıyorsun.. Zaman zaman uğrayan deniz motorları, vapurlar ve tekneler var ama.. onları da bekleyip, Beşiktaş’a nasıl gideyim.. En iyisi yürümek diyorum Kadıköy’e, içimden…

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: