Ümit Gezgin
29 Mayıs 2023, Pazartesi
Hava kapalıydı.. Köprünün üzerinde durmuş çevreye bakıyor ve bulutların aşağılara doğru, nehrin üstüne indiğini gözlemliyordum.. Martılar da nehrin üzerinde uçuyorlardı…

Evden çıkıp Kalamış Parkı’nın ordaki kafeye oturduğumda, denizin de dümdüz, kıpırtısız uzandığını gözlemlemiştim.. Kitap okumaya dalmış ve rüzgarın ağaçların dallarını beşik gibi salladığına tanık olmuştum.. Bir çay içimi oturduğum bu yerden, kitabımı rahat rahat okuduktan sonra kalkmış ve Kurbağalıdere’ye, köprüye doğru hızlı hızlı yürümüştüm.. Gündüz yürümeyi seviyordum.. Kafede otururken insanların fındık kabuğunu doldurmayan dedikodularına tahammül edemediğim için bir an önce kalkmış, yağmura rağmen Kalamış kıyısından, Kurbağalıdere’ye doğru, dere üstünde salınan teknelere baka baka köprüye ilerlemiş.. ilerlerken de derenin, teknelerin, yağmurun ve karşı kıyıda salınan yeşil ağaçların kapladığı Yoğurtçu Parkı’nın resme nasıl dönüştürülebileceğini, düşünmüştüm…

Düzen, intizam, doğayla çevrenin bütünlüğü pek görünmese de yine de insanlar sabahın köründen akşamın karanlığına kadar sahilde durmadan koşuyorlardı. Koca kayalar dizilmişti denizin içine, deniz dolmuş ve park da kazanılmıştı böylece.. Yan taraf da tekneler için deniz parkı olan marinaya dönüşmüştü.. Yelkenliler resimsel salınım içinde, rüzgarda uğulduyor da uğulduyordu…

Gökyüzündeki maviliği göremiyordum.. Karşıdan insanlar geliyordu. Yanımdan geçerken özellikle göz göze gelmemeye çalışıyordu insanlar.. Başka yerlere bakıyorlardı.. Birbirinden korkuyordu, endişe ediyordu insanlar tuhaf bir şekilde.. Güven kalmamıştı birbirlerine..

Beyaz bulutlar, gri bulutlar.. kuşlar.. silik bir mavilik üstünde bulutlar Moda burnuna kadar ilerliyordu.. Ağaçlar rastgele sıralanmış, çöpler yerlere saçılmış, plastik sandalyeler kırılmış.. Kargalar sakladıkları yiyecekleri arıyorlardı yeşilliklerin içinde.. Koşanları gördüm sahilde.. betonlar çatlamış, mazgallar iyisinden paslanmış, çürümüş ve yer yer kopmuştu…

Evet, geldim köprünün üzerine ve sisler altında kalmıştı köprü.. Biraz daha inse bulutlar köprünün üzerine, göz gözü görmeyecekti.. Gelip geçenler vardı.. köpek gezdirenler..köpek sevenler..kıyıda köşede bekleşen kediler vardı..

Köşkler ağaçlarla çevrelenmiş.. teknelerin gölgeleri nehre vurmuş.. irili ufaklı tekneler var, nehrin ilerlerinde büyük tekneler, yelkenliler var.. bozuk sesler görüntüyü de kirletiyor ve algılanmasının önüne geçiyordu..

Yoğurtçu Parkı ismi nerden geliyor bilmiyorum ama, ağaçların en fazla olduğu yer burası.. yollar güzel ve düzgün.. yer yer çimenler basıla basıla kelleşmiş..köpekler neşe içinde koşuşturuyor.. gökyüzüne yükselen türlü ağaçların yeşillikleri arttıkça artmış…

Köprü üstü ışıklarda bekleyen türlü otomobiller var.. bisiklete binmiş bir kız ağır ağır karşıdan karşıya geçiyor ve heyula gibi futbol stadyumu ortaya çıkıyor arkada, eziyor bütün görüntüleri.. köşkleri, caddeleri, köprüyü..

Ara sokaklardan yukarıya doğru çıkarken, yokuş yukarı soldaki sahaftaki kitaplara baktım.. uygun bir kitap bulamadığım için, ilerledim.. sahaf çocukla da ayaküstü sohbet ettik.. “Yağmur geliyor hocam..” dedi sahaf.. Evet, dedim ben de.. Yağmur geliyor ve ben de yağmura doğru yürüyorum sokak arası kalabalığıyla birlikte.. Binalar üstüme üstüme geliyor.. bir deprem anında yerle yeksan olacak gibi görünen tüm bu binalarda insanlar yaşıyor mu diye soruyorum kendime…

Kadıköy çarşı içindeki tarihi kilisenin önünden geçerken kalabalığın bir eksilip bir arttığını görüyorum..kahveler çoğalmış çığırtkanlar müşterileri densizce içeri çağırır olmuştu.. nerdeyse kolundan tutup oturtacaklardı düttürü sandalyelerin üstüne.. bu insanlar bu ekonomik krizlerde paraları nerden buluyorlar, diye düşünmeye başladım.. yiyor içiyor, geziyor tozuyor.. son model arabalarla hava ve caka satıyordu insanlar.. hava atma üzerine kurulu bir yaşantı sürüyorlardı adeta.. yazarlar da bir köşede defterlerine notlar düşüyorlardı…

Kadıköy çarşıda yürürken Alp’le karşılaştım.. O da her zaman olduğu gibi elinde bir şeyler koşuşturuyordu.. Alp, dedim gel şurda bir çay içelim biraz sohbet edelim.. Anneme gidiyorum, oy kullanırken fotoğraflarını çektim, onları götürüyorum, dedi.. Gel gel, dedim.. Bir yarım saat oturalım.. Kovan fırına oturduk, çaylarımızla birlikte sanatla ilgili muhabbetlere başladık…

Alp’ten ayrıldıktan sonra Kadıköy meydana çıktım.. Vızır vızır arabalar insanların telaşına karışıyordu.. kaldırımlar da keza insan doluydu.. gidenler gelenler, minibüs değnekçilerinin bağırtıları, klakson sesleri.. zaten en çok o metal ruhsuz araçlardan kaynaklanıyordu.. uluorta, yerli yersiz klakson çalmaktan tuhaf bir zevk alıyordu bu insanlar..

Yaklaştım insanlara.. karşıdan karşıya sessizce geçiyorlardı.. bulutların arkasına saklanmış güneş, yırtmaya çalışıyor, aralamak için gayret sarfediyordu bulutları.. tarihi caminin, önündeki sarı binanın ve yanlarından yükselmiş olan ağaçların görüntüleri yansıyordu meydana.. parçalı kaldırımlar ve yollar değişik bir görünüm oluşturuyordu.. bir kolaj gibiydi her yer ve her şey…
İlk yorum yapan siz olun