Ümit Gezgin
5 Haziran 2023, Pazartesi
Evden çıktıktan sonra Kadıköy’e doğru yürüme düşüncesiyle harekete geçtim.. Yol boyu insanları, bozuk kaldırımları ve en önemlisi farklı ve ilginç sokak isimlerini görerek ve onlara dikkat ederek ilerliyordum.. İnsanlar ve insanlar.. türlü düşünceler içinde ilerlerken Feneryolu’ndan.. Celal Turşucu Sokak’ı gördüm.. Herhalde, dedim içimden.. meşhur bir turşucu bu kişi.. sokağa adını verecek kadar da ünü yayılmış…

Türlü düşüncelerde insanlar.. belli yürüyüşlerinden.. telefonla konuşuyorlar sürekli.. birbirlerinin yanlarından geçerken göz ucuyla yine birbirlerini süzüyorlar.. bedenlerini gizledikleri elbiseleri zaten hava atma aracı.. marka giyinenlerin daha bir havalı dolaştığı şehirde, reklam panoları, bol yeşilli ağaç dalları, kaldırım taşlarına dökülmüş kurumuş yapraklar.. insanlar bütünleşmişti adeta…

Sokak adlarını, tabelaları, apartman ve işyerlerindeki isimleri, işaretleri önemser olmuştum.. resim çizmek için çıktığım yolda, farklı farklı giyinmiş, farklı düş ve düşüncelerde insanlarla da zaman zaman karşılaşıyordum.. ama biliyordum ki.. insanların çoğu aynı düşüncede, aynı düşte ve mantıktaydı.. toplumumuz çok kültürlü, sanata açık, yaratıcı fikirli ve düş ve hayal dünyası geniş, okuyan insanlar değildi.. daha çok tüketim toplumuydu.. hep tüketmek, hep tüketmek istiyordu.. başkaca da bir şey istemiyordu hayatta…
İlerlerken kaldırımdaki ağaçların arasından Selahattin Pınar Sokak‘ı gördüm ve sanatçı isimlerinin de sokaklara ad olması beni memnun etmişti.. Zaten de öyle olması gerekmiyor muydu.. sanatçılar, fikir adamları, mucitler.. bunların isimleri verilmesi gerekmiyor muydu sokaklara, caddelere…

Kızıltoprak ışıklara geldiğimde telefonuna bakan genç bir kıza rastgeldim.. şişman ve mavi giyinmiş bir kadın da vardı sarı saçlarıyla karşıya çaktırmadan bakan.. genç biri de motor kuryenin ardından baka kalmıştı… beyaz otomobiller ilerlemiş, Zühtü Paşa Cami pırıl pırıl ortaya çıkmıştı güneş altında.. gölgeler uzamış ve ben de karşıya geçecek, önemli fotoğraflar çektikten sonra, onları Yoğurtçu Park‘ın içindeki Belediye’nin Khalkedon Kafe’sinde çizip boyayacaktım… Çizmek benim için bir mutluluktu.. Telefona bakmak, yürümek ve çalışmadan tüketmek de çevremde gördüğüm insanların mutluluk kaynağıydı herhalde.. Erken emekli olmak istiyorlar, düşlerini de Ege’nin bir kasabasında sürdürmek süslüyordu…

Yürüdüm de yürüdüm ve yürümekten mutlu da olduğumu gördüm.. hareket halinde araçlar ve insanlar vardı.. bir de bulutlar.. aslında güneş de.. şimdi yükselişteydi ve biraz sonra düşüşe geçecek ve kaybolup gidip, yerini ay’a bırakacak, karanlık çökecekti dünyaya..Kurbağalıdere‘ye ulaştığımda teknelerin ölü balıklar gibi dereyi boydan boya kapladığını gördüm.. Bu kayık, tekne, yelkenli ve deniz araçlarının da sahipleri vardı ve bazıları bu teknelerde yaşayıp gidiyorlardı…

Köprüyü geçerken baktım, biri fotoğraf makinesiyle tekneleri çekiyor.. Fenerbahçe Parkı’na doğru çevirmiş objektifini.. orayı da fotoğraflamak niyetinde.. araçlar vızır vızır köprü üstünde.. bisiklet, daha çok motorlar.. korkutucu gürültü ve trafiği hiçe sayan tavırlarıyla yol alıyorlardı.. Parkın içindeki kafede, güneş altında oturmuş gaste, kitap okuyan, telefonuna bakan ve daha çok da dedikodulara dalmış insanlar gördüm.. Onlar da ne güneşin, ne gökyüzü sonsuz maviliğinin ve derenin, binbir yeşil tonu barındıran ağaçların farkındaydılar… kalabalıkların, üç beş kişi bile olsa, bir araya gelip dedikodu yapmanın aslında ne kadar zararlı ve insanı tüketici bir şey olduğunu şimdi daha iyi anlıyordum…

Boğa’ya ulaştığımda bin bir renk, çeşit, gürültü, isim, tabela, insan.. görecektim.. herkes bir yere gidiyor.. bazıları boğaya yapışarak fotoğraf çektiriyordu… Boğa heykeli de ordan oraya taşınarak sonunda yerini bulmuştu.. gençler, çocuklar, yaşlılar hep çevresinde toplanıyor, onunla fotoğraf çektirmek istiyordu.. Ben de ordaydım.. Boğa’ya baktım.. insanlara.. vızır vızır işliyordu insan trafiği.. klakson sesleri, araç gürültüleri, motor sesleri.. zaten başka ses de yoktu ortalıkta…

Yürüyerek kendime geliyordum.. bulutlar mavilikte uçuşuyor, kuşlara karışıyordu.. telaşlı adımlar biryerlere gidiyor.. biryerlerden geliyordu.. tramvaylar dönenip duruyordu Moda Kadıköy hattında.. kilisenin altındaki parkta kendinden geçmiş insanlar oturuyordu.. banklarda da bir sürü boşluğa bakan insan gördüm.. bazıları telefonlarına dalmıştı.. güneş yakıyor da yakıyordu ortamı…
İlk yorum yapan siz olun