Ümit Gezgin
Bugün ressam dostumuz Kadir Uz’la konuştum.. bir rahatsızlık geçirmiş ve haftalarca istirahate çekilmişti Kadir Uz.. Bugünkü telefonda daha iyi olduğunu, bugün Beşiktaş’ta görüşebileceğimizi, söyledi.. Alp’e de telefon et, gelsin.. sanat, müzik üzerine enine boyuna konuşup, sohbet edelim, dedi…

Eylül ayı olmasına rağmen hava sıcaklığını koruyor, zaman zaman da bunaltıcı olabiliyordu.. ben de elimde resim kağıtlarım ve telefonum.. hem yürüyordum Kurbağalıdere’ye doğru, hem de resim çizip, fotoğraf çekiyordum.. fotoğraf çekmemin sebebi de yine ya yazıda kullanmak, ya da resimlerin çiziminde kullanmaktı.. gecem gündüzüm, okumak, yazmak ve çizmekle geçiyordu.. her gün ortalama on on beş resim çiziyor.. bir o kadar da çizdiğim resimleri boyuyordum.. bugün Kadir’le resimle ilgili mevzuları da konuşacaktık…

Sonunda zaten Kadıköy’e yakındım, yoldaydım.. gide gide iyice yaklaşmıştım Beşiktaş’a gidecek tarihi vapur iskelesine.. Alp’e telefon ettim.. sağolsun o da durmadan koşturuyor, didiniyordu.. değerli annesi Meral Teyze için de gayret sarfediyor.. onu ilerlemiş yaşı içinde daha konforlu bir ortama kavuşturmak istiyordu.. hayırlı bir evlattı ve günümüzde de hayırlı evlat sahibi olmak ve bulmak da kolay değildi…

Tabi Ümit hocam.. gelirim, dedi Alp.. biraz gecikeceğim, ama gelirim.. Tabi Tabi.. dedim.. biz Beşiktaş tarihi iskele üstündeki Vapur Kafe’de olacağız, dedim.. Tabi Hocam.. dedi Alp.. gecikmeli de olsa geleceğini biliyorduk.. sözünün eridir.. biraz gecikse de mutlaka söz verdiği yere gelir…

O yeni, deniz römorku benzeri deniz aracına bindim.. sevememiştim bu deniz araçlarını da.. o güzelim beyaz vapurlardan değildi.. ama ulaşım için daha kolaydı.. özellikle kaptanlar açısından.. iskelelere kolay yanışıyor, kolay hareket ediyordu… Alt kata oturdum.. bir çay alayım, okuduğum kitapta kaldığım yerden devam edeyim, belki Beşiktaş’a ulaşıncaya kadar bitiririm, diye düşünüyordum ama.. oturduğum yerden rahatsız olduğum için açık havaya, deniz aracının balkon kısmına, dışarıya çıktım.. fotoğraflar çekmeye başladım.. daha sonra resimlerini çizerim.. yazılarımda kullanırım, düşüncesiyle…

Bir rüzgar bir rüzgar.. dışarda durmak da kolay değil.. devasa yük gemileri bir Karadeniz’den geliyor, bir Marmara’dan çıkıyor.. güneş yukarılardan yakıyor, rüzgar aşağılardan denizi dalgalandırıyor ve insanı uçuruyor deniz üstüne doğru ve martılar uçmakta zorlanıyor da zorlanıyor…

BİZ KADİR’LE BEŞİKTAŞ’TA BULUŞTUK
Beşiktaş’a geçtim.. bir yandan da fotoğraflar çekiyordum.. hava güzel, dalgalar sevimli, martılar gökyüzü maviliğinde süzülüyor ve ben tüm bu devinen durumları nasıl resme dönüştüreceğimi düşünerek ilerliyordum kalabalık içinde…

Gençler, kızı erkeği sevinç içinde, neşeyle ilerliyorlardı yol boyunca iskeleden fırlayıp.. Boğaz suları üzerimize üzerimize geliyor.. ayrıca suların üstünde her türlü deniz aracı şen şakrak ilerliyordu…
Beşiktaş’ta ilerledim.. Kadir’le saat 17’de buluşacaktık.. Vapur Kafe’ye geldiğimde kalabalıktı.. diğer yerler pahalı olduğu için özellikle gençler buraları, belediyenin çayın 6.5 lira olduğu, suyun 5 lira olduğu yerleri tercih ediyorlardı.. diğer yerler pahalıydı görece olarak.. özel yerlere de zaten oturamıyordunuz.. öğrencilerin oturup, sosyalleşebilmelerine zaten imkan ve ihtimal hiç yoktu…

Oturdum, kitap okumaya daldım.. o ara içim de geçmiş.. uyandığımda baktım Kadir’de kafeye girdi.. el ettim.. müsait bir masaya oturduk.. o da ayağından muzdaripti.. geçen sene kalp ameliyatı olmuştu.. birkaç hafta önce ayaklarında şişme olmuş.. o da ağrı ve sızılardan ve de ayaklarının şişmesinden evden çıkamaz olmuştu.. antibiyotikler ve ilaçlarla doktoru sonunda daha iyi olmasını sağlamış ve tavsiyelerde bulunmuştu…
Alp’e de yeniden telefon ettik.. ne zaman geliyorsun, dedik.. o da yoldayım, Üsküdar’a iniyorum, oradan motorlarla Beşiktaş’a geçeceğim, dedi.. Kadir’le beklemeye devam ettik.. birer çay daha aldık.. ayrıca Kadir iki dilim de peynir tatlısı aldı.. bir güzel hem yedik hem içtik.. hem de sanat ve sanatçı üzerine konuşmaya devam ettik.. o ara da müzikçiler içeriye girmeye başladı.. okuyanlar başlarını kaldırdı.. müzik aletlerine, kolonlara, alet edevata öyle merakla, ilgiyle bakmaya başladılar.. sordum.. biraz sonra müzik ziyafeti olacağını ilgili söyledi…

SONUNDA ALP DE GELDİ…
Sonunda Alp de geldi.. koltuğunun altında kocaman soğutucu da vardı.. pervaneli falan.. bir şeyler söyledi ama.. tam anlayamadık.. annesi, Meral teyze için almış.. sıcaklar bunaltıcı olmaya devam ettiği için.. bu soğutucu havayı ılıtacak, biraz serinlik verecek.. rahatlayacağız, diyordu.. haklıydı…
Hemen çayları alıp geldi Alp.. o da iki dilim pasta da getirdi yanında.. hem çayları içtik, hem pasta dilimlerinden aldık.. içimiz dışımız şeker deposu.. altmış yaş civarında biz insanlar için bunlar elbet fazla oluyor.. sonra başımız ağrıyor, ateşimiz, kolesterolümüz yükseliyordu…
Bir yandan da müziği dinliyor ve gerek müzik, gerekse de resim hakkında konuşmalar yapıyorduk.. o ara Boğaz’dan devasa bir özel yat geçiyordu anlı şanlı.. herkesin gözü oraya dikildi.. sadece o devasa ve görkemli, güzel yat geçmiyordu Karadeniz taraflarından gelerek, aynı zamanda Boğaz, türlü deniz araçları, özel yatlar, büyük tankerler, vapurlar, tekneler tarafından işgal edilmiş gibi görünüyordu akşam alacasının hafif hafif bastırmaya başladığı şu zamanlarda…
Bir yandan da müzik devam ederken.. Alp işte benim yapmak istediğim müzik.. bilinen parçaları jazz parçalarına dönüştürmüş genç kuşak müzisyenleri, dedi.. ben de dedim ki.. bilinen parçaları yıllar yılı aynı şekilde çalmak sanatçı olmak için yeterli mi.. dedim.. Kadir de Cem Karaca’nın müziğinin orijinal olduğunu, söyledi.. Alp burun da kıvırsa.. ama onun barış Manço’yla kardeş olabileceğini, belirtti.. tam anlayamamıştık…
Müzik devam ediyor.. Beşiktaş’tan, Adalardan gelen motorlar, vapurlar yanaşıyor.. Ortaköy’e ilerleyen vapurlar ve deniz motorları da aynı zamanda bu tarihi vapur iskelesine yanaşıyordu.. hurra insanlar boşalıyor.. yine hurra biniyorlardı.. bir telaş bir telaş.. Beşiktaş’ta da devam ediyordu.. telaşlı insanlardık vesselam…
İlk yorum yapan siz olun