İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Güneş Rüzgarın Uğultusunu Kesiyor…

Ümit Gezgin

Güneş rüzgarın uğultusunu kesiyor ve sıcaklık da daha sabahın erken saatleri olmasına rağmen artıyor da artıyor.. Işıklara vardığım zaman Boğa heykelinin oraya, Altıyol’a yürüyerek mi, yoksa minibüsle mi gideyim diye, bir daha düşündüm.. Işıklarda insanlar bekliyordu.. kadınlı erkekli kalabalık birbirine hava da atıyordu o ara.. kadınlar rüküş, erkeklerin bazıları da bakımlıydı.. bazıları son moda akımlara göre, marka giyiniyor ve bir arada olmanın mutluluğunu ve huzurunu yaşıyorlardı…

Işıklarda bekliyor.. karşıdaki insanları da görüyor, göz göze gelmemeye çalışıyordum.. nedense onlar da kaçamak bakışların dışında bana, gözlerime bakmıyorlardı.. belki gözlüklerimin kalınlığından gözlerim görünmediği içindir bu, diye de düşünüyordum kendi kendime…

Yukarıya Feneryolu’na doğru yürürken, Feneryolu Halk Eğitim Merkezi’nin orda köpeğini gezdirmeye çıkmış genç bir bayan görüyordum.. yapraklar dökülüyor ve sararıyordu.. turuncu renkli ve kahverengi yapraklar da vardı.. karşıda Elan Pastanesi’nde çaylar yirmi beş lira olmasına rağmen pastane ağzına kadar doluydu.. geçenlerde de Bahariye Caddesi’nde küçük bir yol üstü kafesine oturmuş ve küçük cam bardaklarda 25 liraya şaşkın vaziyetlerde çay içmiştik.. yanındaki Çay Ocağı Kafe’de de çay 12.5 liraydı.. sonra pişman olduk buraya oturduğumuza.. çaylar da doğrusu vasattı…

Sevgili Yapı’nın diktiği on beş katlı bina bitmek üzereydi.. önceki yapıyı da biliyordum.. üç katlı mütevazi bir şeydi.. nelere tanık olduğumuzu düşünmeye başladım.. bir zamanlar köşkler vardı onlar yıkılıp üç dört katlı mütevazi apartmanlar yapıldı.. sonra onlar yıkıldı, yıkılıyor, on on beş katlı binalar yapılıyor.. o binalardan biri.. tam bitmedi bu Elan Pastanesi’nin binasının ve Feneryolu Halk Eğitim Merkezi’nin, ayrıca Belediye’nin Gazete Kadıköy gazetesinin eski iki katlı binası, şimdilerde Haldun Taner Kültür Evi olarak hizmet veren binanın karşısında.. bakıyorum orada sevimli eski model sarı renkli bir vosvagen…

Kaldırımda yukarıya Feneryolu’na doğru yürümeye devam ederken, sabah güneşinin de parça parça her yere yayıldığını, kavak ağaçlarının ve dallarının arasından kaldırıma vurduğunu, kaldırımın üzerinde de insanların gittiğini ve geldiğini görüyorum.. evlerde, günübirlik, temizlikçi olarak çalışan hepsi kadın insanlar var ve bunlar, Feneryolu Marmaray Tren İstasyonu’na şehrin uzak yerlerden gelip iniyorlar ve Bağdat Caddesi’ni geçip, Fenerbahçe’ye doğru, lüks ve pahalı apartmanlardaki dairelere gidiyorlar.. günlüğü altıyüz, yediyüz liradan, sabahtan akşama kadar turşuları çıkana kadar çalışan bu çoğu genç ve orta yaştaki kadınlar, şehrin uzak semtlerinin ve buraların farkını belirleyen değerleri kavrayamadan gerisin geri evlerine, semtlerine dönüyorlar…

Yaşlı bir insan beyaz saçı ve elinde çekek pazar arabasıyla aşağıya doğru gidiyordu Feneryolu Bağdat Caddesi’nden.. kadın seksenini geçmişti.. çocukları yurt dışındaydı ve torunları da buradaydı.. büyümüş, iç güç sahibi olmuştu.. biri Bağdat Caddesi’nde otomobil satıyordu.. zengin işi, milyonluk otomobil bayisi vardı ve o da kırk yılda bir ananesi olan kadını elinde pastasıyla ziyaret ediyordu… Yolun karşında da ünlü ve köklü Feneryolu Sitesi vardı ve Sabit Pazar’ın orda işletilen Potlaç Kadın Kooperatif Kafe ve onun da bahçe kısmındaki masalar tepeleme doluydu.. daha çok kadınlar ve yaşlı erkekler oturuyordu.. nedense bu kafede fiyatlar astronomik pahalıydı.. oysa yiyecek içecek uygun fiyatlarda, hatta daha ucuz olması gerekiyordu.. ama bunu düşünmemişlerdi.. bu yüzden yaşlılar oralara bile oturamıyorlar ve doğal olarak evlerinde hapis yaşamaya mahkum oluyorlardı.. doğru düzgün, her yerde parklar olmadığı için, parklara da gidemiyorlardı…

Işıklardan arabalar, lüks arabalar birden fırlıyorlardı caddeye.. ışıklarda bekleyen gençler vardı ve yeni yapılan binalar da vardı.. Selamiçeşme taraflarında gökyüzüne yükselmiş dörtlü gökdelenler her taraftan görünüyordu ve güneşle birlikte her taraftan bu gökdelenler görülüyordu.. ben de ışıklardan karşıya geçerek minibüsü bekliyordum ve minibüsler de bir türlü gelmiyor, gelip geçenler de tepeleme doluydu.. Kadıköy’e kadar 18 lira veriyordunuz ve tek bir boş koltuk bile yoktu.. en pahalı gazete 9 liraydı ve kimsenin elinde gazete yoktu…

Karşıya geçtim.. kırk yıllık simitçi oradaydı.. sabahın kör karanlığından, akşamın alacasına kadar Cumartesi Pazar bile oradaydı ve yaz kış, karda, doluda orada bekliyordu.. oğlunu okutuyordu üniversitede.. zaman zaman karısını da oğlunu da tezgahta beklerken görüyordum.. karşıya geçip yeni restore edilen beyaz köşkü görüyordum.. karşısında da eski apartman ve altında da Pet Shop, Erkek Berberi ve Kafe vardı.. bu binanın ne zaman geri dönüşüme gireceğini doğrusu diğer apartmanları düşününce düşünmeye başlıyordum…

Ben aşağıya inecek veya yürüyecektim.. bekle bekle minibüs gelmedi.. güneşe baktım, tek tük de bulutlar vardı.. trafik yoğundu.. motorlar, otobüsler, özel araçlar.. kaynayan asfalt, bozulup yapılan kaldırımlar ve ışıklarda, duraklarda bekleşen çoğu genç insanlar…

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: