İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Zaman ve Işıklar

Ümit Gezgin

Sabahın erken saatlerinde yola çıktığımda güneşin parça parça her yere yayıldığını ve öğrencilerin de okullarının yolunu velileriyle birlikte tuttuğunu gördüm.. ışıklarda karşıdan karşıya geçmeye çalışanlar vardı.. araçlar hızla gidiyordu ve bekleyenler de sabırsızdı.. bir an önce insanlar gidecekleri yerlere gitmek istiyorlar.. bu yüzden ışıkların gereksiz olduğunu düşünüyorlardı.. veya araçlar seyreldiğinde hemen karşıya fırlamayı içlerinden geçiriyorlardı.. ışıklardaydım ve genç bayanlar bekliyorlardı karşıdan karşıya geçmek için.. araçlar hız yapıyor, ağaçların yaprakları güzün güzel zamanlarında renklerini sonbahar renklerine büründürüyorlardı…

Apartmanların birbirine benzediğini farkettim.. yeni yapılan binalar da birbirine benziyordu.. farklı, estetik apartmanlar yapılmıyor veya yapılamıyordu.. her yerde aynı tarz apartmanlar görüyordum.. oysa önceki yıkılan apartmanların bile bir kimliği vardı, tarzı vardı.. şimdikilerin ise tarzı, kimliği yok.. kimliksiz gibi duruyorlar.. robotlar gibi birbirine benziyorlar…

Feneryolu’na doğru çıkıyorum.. ışıklardan karşıya geçerek Fenerbahçe’ye, oradaki işlerine güçlerine gelen insanlarla karşılaşıyorum.. hareketli, heyecanlı insanlar.. toplu halde hareket ediyorlar gibi.. hızlıca gidecekleri yerlere dağılıyorlar.. yanında da beyaz köşk son restorasyondan sonra iyisinden güzelleşmiş ve kendini iyisinden göstermeye başlamış…

En eski bina Feneryolu Sitesi’ne bakarak Kızıltoprak’a doğru yürüyorum ve benimle birlikte yürüyen yaşlılar var.. onlara bakıyorum.. günleri sayılı.. belki de günlerini sayıyorlar.. mezarlara doğru ilerlediklerini, her adımlarında mezarlığa daha fazla yaklaştıklarını çaresiz bir duyguyla kabulleniyorlardı.. gözlerinden, tavırlarından anlıyordum onları… Aşağıya doğru, Kızıltoprak’a, Zühtü Paşa Cami’nin bulunduğu yere doğru, oraya varmadan görülen devasa, kirlenmiş beyazlıktaki köşke doğru ilerlerken, yarı yoldaki Sarıyer Börekçisi’ne uğramak ve orada sıcak bir poğaça ve bir çay içmek istiyordum.. Poğaçaları da çayları da güzeldi ve uygun fiyatlıydı.. semtin ordaki insanların çoğu.. çalışanlar, çalışmayanlar, ameleler, zenginler hep oraya gelir.. çene çalar, etrafı dikizler ve çay içer, börek yerlerdi…

Kalktım, ilerledim.. yürümek iyi geliyordu.. insanları görüyor, uygun yerlerin fotoğraflarını çekiyor.. bazen duruyor veya yürürken, beğendiğim yerlerin bir iki çizgiyle resimlerini çiziyordum.. sonra uygun, güzel bir yerde oturup çizdiğim resimleri boyuyordum.. yaşamak demek, benim için resim çizmek, okumak ve yazı yazmak anlamına geliyordu…

Kurbağalıdere’nin ordaydım ve dereye bakarken, Hasan Vecih Bereketoğlu’nun resimlerini düşünüyordum.. buraların resmini yapmıştı hep.. seviyordu bu civarları.. bir zamanlar daha da güzeldi elbet.. şimdilerde yozlaşma, bozulma, kokuşma ve kalabalıklaşmayla birlikte estetik de ortadan kalktı.. saflık ortadan çekildi ve anlamsız hareket ve telaşlar devreye girdi… Durgun, zamanı durdurmuş dereye bir kez daha baktım ve parka doğru ilerledim.. sessiz sakin, kuşların uçuştuğu ve mutlu olduğu parka…

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: