İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Gezgin’ce Günlük…

Ümit Gezgin

Sabahın erken saatlerinde yola çıktığımda hafif bir kırıklığını da üzerimde taşıyarak.. hastalık mastalık bana vız gelir, ben Gezgin bir adamım, düşüncesiyle “kedi-köpek” heykel gurubunu geçerek, simitçinin yanından ileriye, yukarıya, Feneryolu’na doğru çıkıyordum…

Yağmur yağar diye de korkmuyor değildim.. çünkü geçen günki o yoğun yağmurda iliklerime kadar ıslanmış ve sonrasında da ateşlenip yataklara düşmüştüm.. şimdi biraz kırgın, ama kendime dikkat ederek, Gezgin’liğimden kaynaklanarak, yine yollardaydım.. yollara çıkmak, gezmek, görmek, fotoğraf çekip resim çizmek, benim için olmazsa olmazdı…

Bu yüzden yollar açıkmış, Feneryolu’na doğru rotamı çizerken, orada Feneryolu’nun kedisi beyazla karşılaştım.. kırçıl olanı yoktu ortada.. sonra da başka bir gün tren istasyonuna doğru bir duvar üstünde görecektim onu .. anladım ki, bu iki dost kedi kavga edip ayrılmıştı.. artık tek takılıyorlardı.. biraz da üzgündüler.. demek ki bu yüzdenmiş, diye geçirdim içimden…

Yeni Yüzyıl Üniversitesi’ne geldiğimde, daha sınav zamanına çok vardı.. Sarıyer Börekçisi’ne gideyim, orada çayla poğaçamı yiyeyim ve soruları da hazırlayayım, diye düşündüm… O arada sevimli bir vosvos minibüs görünce hemen fotoğrafını çektim… Özgün binalar yükseliyordu dört bir tarafta… Çocukluğum ve gençliğim Suriçi’nde, Şehremini-Çapa hattında geçtiği için buraların otuz yıl önceki halini biliyordum.. böyle evler, üniversiteler ve binalar yoktu… Binalar, her yer binalar doldu.. kimler yaşar bu binalarda.. neler düşünür, nasıl yaşarlar.. endişeleri, korkuları nelerdir…

Akşam üzeri okuldan çıkmıştım.. gökyüzü kararıyordu ama.. bulutlar salınarak aşağılara, yeryüzüne dağılıyor gibiydi.. güneş batmak üzeriydi ve bu yüksek binaların arasındaki ufukta turuncudan, sarıya ve pembeye kadar farklı farklı renklerin, şekillerin ve de hareketin oluşmasına zemin hazırlamıştı.. kuşları, onları hissediyordum.. gökyüzünün sessizliğine müdahale eden yeryüzü araç kalabalığı ve hastalıklı insanların koro halindeki öksürüp, aksırmalarına benzer seslerin kulaklarımı tırmaladıklarını hissederek, metrobüs durağına doğru yürüyordum kalabalıkla birlikte…

Sıkış tepişti metrobüs.. bu insanlar her gün her gün yollara çıkıyor ve bu azaplı yolculuğa katlanıyorlardı.. arada sırada çıkılan yolculuklar bir tür nostalji oluyordu bizim gibiler için.. yarım saat, bir saat sürecek olan bu yolculuklara da artık katlanmak gerekiyordu.. sonra insanların her cins ve yaştan, kültür ve görüşten insanla birlikte bir vagona tıkıştırılıp yolculuğa mahkum etmenin eşsiz deneyimini de yaşıyordunuz… İndim Söğütlüçeşme son durakta.. hemen dışarı fırladım.. kalabalıkla birlikte gidiyoruz kapılardan, bankolardan, geçitlerden, bankamatik aralarından geçerek.. kart dolum bankosu elli liramı yemiş ve İstanbul Kart’ımı doldurmamıştı.. telefon etmiş ve durumumu izah etmiştim.. onlar da yardımcı olacaklarını söylemişlerdi.. akşama doğru da bir yükleme gerçekleşti…

Söğütlüçeşme Marmaray kalabalık mı kalabalıktı.. sanıyorum her gün tekrar eden bir rutindi bu.. her gün insanlar işten eve, evden işe dönüyorlar ve bu güzergahlardaki yoğunluğu, sıkış tepişliği ve kalabalık ve düzensizlik çilesini yaşıyorlardı.. işte ben de o çilenin içinde bir gezgin ve gözlemci olarak bulunuyordum…

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: