İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ağaçlar ve Kaldırımlar…

Ümit Gezgin

Ağaçlar ve kaldırımlar.. kaldırımlar üstünde yürüyen birbirinden farklı insanlar var.. bazılarının görünüşleri birbirine de benzese, aslında dünyalar kadar birbirlerinden farklılar.. kadını erkeği, çocuğu, yaşlısı… Hepsi birbirinden farklı.. hangi anlamda farklı olduklarını kendileri bilmeseler bile yaşamak için mücadele ediyorlar… Bu farklılık değil, ayakta kalma mücadelesi…

Beyaz bulutlar inmiş aşağıya.. bazıları çatıların üstünde yüzüyor.. ağaçların gölgeleri hepten kaybolmuş ortadan.. bir kaldırımda ben duruyorum, bir kaldırımda sokak simitçisi.. sonra bakıyorum ve anlıyorum her köşebaşında sokak simitçileri olduğunu ve bunların para kazanıp kazanmadıklarını soruyorum kendime.. ne de çok sokak simitçisi var, diyorum…

Bulutların daha da aşağılara indiğini gözlemliyorum.. kaldırımda yürürken gökyüzüne bakan ve benim gibi bulutların çatıların üstüne indiğini düşünen bir sürü insanın olduğunu da görmek lazım… Bulutlar yakınlaştıkça yakınlaşıyor ve çatıların üstüne her an yağmur sağanağı müjdesi veriyor.. hızlı adımlarla ilerleyen, sağa sola ürkek bakışlarla bakanlar olduğu gibi, aynı zamanda köşedeki bir kafede anılara dalmış, sessiz sakin yaşlılar da var.. çoğu zaman burada oturur, kah sohbet eder, kah anılara dalarlardı.. muhtemelen de bu çevredeki apartmanlarda oturanlardı bunlar…

Her mekanın bir kimliği vardır.. bu kimlik tarihten gelir.. o mekana anlam katan binalar, sokaklar, nesneler, ağaçlar ve hatta oradaki yıllar yılı hizmet veren esnaf.. karakteristik şahıslar ve ünlü, ünsüz insanlar.. mekanın, semtin, çevrenin, bölgenin dikili taşları, demirbaşlarıdır…

Merdivenleri ağır ağır çıkıyor insanlar benimle birlikte.. yeni binalar bitti bitiyor.. yeni mağazalar, dükkanlar, alış veriş merkezleri, dispanserler açılıyor.. mekan, çevre toptan değişmeye başlıyor.. geçmişinden kopuyor.. burada geçmişine sıkı sıkı bağlı binalar, yerler de var.. onlardan biri Feneryolu Sitesi apartanı.. diğeri Feneryolu Tren İstasyonu binası… Kestane, kayın ve ıhlamur ağaçları var.. türlü çiçekler ve çimenler.. ara sıra kendisini gösteren kıyıda köşede yaşayan, buranın sabit kedileri var.. köpekleri var… Yeni binalar yeni insan yüzlerini ve alışkanlıklarını devreye sokuyor.. farklı karakterde insanlar türüyor buralarda.. semtlerin, özellikle lüks semtlerin yerlileri yabancılardan oluşmaya başlıyor.. yurt dışından gelen yabancılarla… Kalamış sahiline indiğinizce, İngilizce, Arapça, Rusça konuşmalar duyuyorsunuz…

Günlük alışkanlıklarına göre yaşar insanların çoğu.. ne yaşadıklarını bilirler, ne de öldüklerini.. günlük dertler ve sıkıntılar içinde ömürleri geçer… Her gün her gün bu insanların çoğunu yollarda görüyorum.. göz göze geliyor, bazen selamlaşıyoruz.. ama birbirimizi tanımıyoruz.. onlar benim kim olduğumu bilmiyorlar, ben de onların… Bu çevredeki insanların, belki diğer çevredeki insanlar gibi tuhaf bir dedikodu kültürü, bilme istekleri var… İnsanları bir nebze de olsa tanımak istiyorlar…

Parke taşlı kaldırımlarda ilerlerken, artık kuvvetli esen rüzgarların savurduğu sarı yaprakların caddelere savrulduğunu görüyordum.. kediler köşelere sinmiş, köpekler hepten sessizliğe bürünmüştü.. kargaların ve martıların sesleri birbirine karışıyordu.. bulutlar gri alabildiğine ve beyaz…

Bir kafeye oturduğumda değişik insanların da orada oturduğunu gördüm.. ön masada, cadde yanında oturan kadın, muhtemelen Rusya’dan gelmişti.. kırık bir Türkçe”si vardı ve yaşlı garsondan bir çay istedi.. daha da oturmak istedi, sakıncası olup olmadığını sordu uzun oturmanın… Yandaki masada da bir üniversiteli kız oturuyordu.. meraklı gözlerle çevreye bakıyordu durmadan.. kahve vardı önünde.. bir de kakaolu küçük bir kek… Sürekli konuşan koca göbekli, kıllı adamın ne dediğini anlamak mümkün değildi.. hem hızlı konuşuyor, hem de doğrusu neden bahsettiğini kimse anlamıyordu.. kafede oturanların çoğu kulak kabarttığı halde adamın ne dediğini bilmek mümkün değildi.. ara sıra küfrediyor, el kol hareketi yapıyor.. oturduğu sandalyede sallanıyor, masayı köşelerinden tutup sallıyor, telefonu parçalarcasına sıkıyordu… Herkes manyak, ruh hastası olduğuna sonunda hükmetti… Rüzgar uğultusunu kesmiş, karşıki arsadaki inşaat araçlarının gürültüsü bütün çevreyi kaplamıştı…

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: