İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bostancı Sahilde…

Ümit Gezgin

Adalet sınavından sonra, yola çıktım.. okulun önündeki yaya geçindinde durdum ki ilk gelen minibüse binerek, Bostancı’ya gideyim, orada ışıklarda sokak sahafından da beğendiğim kitaplardan alayım.. gerçi sabah sabah Fenerbahçe Kalamış hattında yürüyerek kitap satan bir genç vardı.. ondan Georges Politzer’in “Felsefenin Temel İlkeleri”ni almış hemen okumaya başlamış ve beğenmemiştim.. çok eskilerde kalmıştı artık bu tür felsefi yaklaşımlar da…

Minibüste öndeki koltuğa oturdum.. hem yolu görmek, hem de resim çizmek için fotoğraflar çekmek istiyordum.. aynı yollar, aynı araçlar ve insanlar.. gökyüzünde, bulutlarda bir değişiklik oluyordu.. bu yüzden Bostancı’ya kadar fotoğraf çekmedim.. bir de yadırgıyorlardı fotoğraf çekilmesini.. bunun için kavga bile etmiştim birçok kişiyle.. dahası onlar bana diklenmişler ben de ağızlarının payını vermiştim… Yeni ve farklı olanı hazmedemeyen insanlardan oluşuyordu toplumumuz.. kendi cehaletini gölgelemek için, farklı ve aykırı olanı istemiyor.. hemen sindirmek ve yok etmek istiyordu… Bu yüzden ne resim çizen vardı toplumda, ne de kitap okuyan.. tek tip insanlar ve tek tip davranışlar… Birkaç gündür yağmurdu rüzgardı, soğuktu.. bir türlü yaz, hatta ilkbahar gelmedi, diye herkes gibi ben de hayıflanmaya, eşe dosta mevsimler değişti, dünya kötüleşti, demeye başlamıştım… İşte bugün güzeldi hava.. hatta yer yer sıcaktı da.. kışlıkları giydiğim için de ter ter terliyordum… Bostancı’dan başlamıştım yürümeye, elimde poşet, kitaplarımın ve resimlerimin olduğu ve sırt çantam… İnsanlı insansız alanlarda yürüyor.. Bostancı İskelesi’ne kadar giderek, vapurların Büyükada veya Heybeliada’ya kalkış saatlerini öğrenmek istiyordum…

Güneş altındaki görüntüler iyi çıkıyordu.. durup uzaklara, kuşlara, denizlere doğru bakıyordun.. adaları görüyor..adalardaki yerleşim yerlelerini, evleri barkları çıplak gözle bile algılayabiliyorduk… Herkes değil elbet.. pek bakan yoktu adalara.. ama adalar için sahile dizilmiş o dandik motorlara bir sürü insan biniyordu… Birbirinden nefret eden bu insanlar, birbiri olmadan, yan yana durmadan, sıkış tepiş seyahat etmeden de yaşayamıyorlardı… Bostancı sahile indim.. tarihi Bostancı İskelesi’nin yanına kadar gidip vapur sefer saatlerine baktım ki.. beşten sonraydı ilk sefer ve daha üç saat vardı.. olmaz, dedim içimden ve sahilden yürümeye başladım.. bir yandan da fotoğraflar çekiyordum.. güneş altında her şey pırıl pırıl görünüyordu.. otobüs durağının önünde uyuklayan hamal.. ilerde tempolu yürüyen yaşlı adam ve çocuklar, gençler.. sevgililer.. evliler ve kabadayı kılıklı tiplerle motorlu ve bisikletli kişiler harıl harıl bir yerlere gidiyor ve geliyorlardı… Gökyüzü pırıl pırıldı ve martılar bu sonsuz mavi güzelliği, güneşle yıkanmış aydınlığı turluyorlardı… Ben de ilerliyordum.. insanlara bakarak, onlar bana bakarak ve bekleyenleri, motorlara binenleri, lokantalarda, fast foodlarda habire tıkınanları görerek, ilerliyordum…

Bostancı sahile yakın, Starbucks’ın karşısında belediyenin çiçekçi dükkanının hemen yanındaki korsan kitap satan fiyatlarını yetmiş liraya çıkarmıştı.. içimden, dedim.. korsan kitap da yetmiş lira olur mu.. akıl alacak gibi değildi… Eskişehir’de hocalık yaparken, bu korsan kitaplardan sürüsüne bereketti.. demek ki birileri basıyor bunları ve bütün Türkiye’ye de dağıtıyor.. işin tuhaf tarafı anlı şanlı yayınevleri de kendilerini zarara sokan bu kitaplar için hiçbir şey yapmıyorlardı… Dalyan’a doğru sahilden yürüyorum.. karşıdan da insanlar, daha çok genç insanlar geliyor.. kızlı erkekli gruplar.. aileler, çoluk çocuk toplanmış öğleden sonra yürüyüşüne çıkmışlar adeta.. denize bakıyorlar.. kumsallar var.. kumsallarda güneşlenenler.. denizin içinde kayalıklarla set oluşmuş.. hatta yüzen gençleri görüyorum.. ee kanları kaynıyor.. yerlerinde duramıyorlar.. atlayıp zıplayıp dalıyorlar denize ve başlıyorlar kulaç atmaya adalara doğru.. kızlara hava atacaklar.. kızlar da kediler gibi, bir köşede bekliyor, bakıyor.. kendilerine yapılan kurları anlamaya çalışıyorlar… Bulutlar topak topak binaların arkasında.. bir bina yıkım yapım furyası var.. eski gösterilen binalar hemen yıkılıyor ve yerlerine de şıpınişi hemen dikiliyor… Ne kadar sağlam yeni yapılanlar Allah bilir… Tanker iskeleye yanaşmış kıyıdan biraz ilerde ve hemen arkasında sıralı adalara bakıyorum.. motorlar, yatlar, yelkenliler de adalara doğru ilerliyor.. kayalıklara oturmuş kızlı erkekli gruplar, kişiler, sevgililer var ve martılar da yine kayaların üstünde güneşe güneşe bakıyorlar…

Çok güzel görüntüler.. fevkalade manzaralar.. mayıs kendini güneşli aydınlık yüzüyle iyisinden bugün göstermeye başlamıştı… Bostancı sahili çok güzeldi.. temizlenmiş, bakımlı hale getirilmişti adeta.. bir düzen verilmişti sahile, kıyı şeridine ve kayalara… Öncesinde böyle değildi… Deniz kenarında, çakıllı kumların ortalık yerinde oturmuş, put gibi duran, denizin ilerlerine öylesine bakan insanlar vardı… İlerleyişimi sürdürüyor, sürdürürken de fotoğraf çekiyor ve düşlere, düşüncelere dalıyordum… Resimlik görüyordum buralardan.. ama durup da oradan çizmek beni rahatsız eder, ilgili ilgisiz insanların durup bakmalarını, olmadı maydonoz olmalarını da düşünerek vazgeçiyordum… İlerliyor da ilerliyor ve fotoğraf çekeyim, sonrasında çizerim, diyordum ama.. o da bir türlü olmuyor.. ancak çizdiklerim kalıyordu… Resim çizecek kuytu yerler, oturabileceğim köşe masalar arıyordum ama.. pazar pazar bunu bulabilmenin imkanı ve ihtimali yoktu…

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın

SANAT TASARIM GAZETESİ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et