İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Metro Yolcuları

Tuncay Gezgin


Metro treninde küçük bir kız elinde plastik bir kap yolcular arasında dileniyordu. Kedi resimli
pembe bir pabuç, ayıcıklı bir tişört giymişti. Sırtında içi boş olduğu anlaşılan bir okul çantası
taşıyordu. Şüphesiz bunlar onun masumluğunu vurgulamak için planlanmıştı.Dağınık, koyu
saçları yer yer kına rengindeydi. Üstü başı eli yüzü kirliceydi.


Dilenmek için kullandığı plastik kabını ayakta duran sporcu gence uzattı. Genç muzip çıktı; o
da ona elini açtı. Dilenci kız, kabında bulunan on lirayı el çabukluğuyla koydu avucuna. Hiç
beklemediği anda elinde bulduğu parayı hızla geri verdi genç ama bu sefer kız pantolon
cebine sokuşturdu. Muhtemel ki onun da ihtiyacı olduğuna ikna olmuştu. On lirayı hemen
cebinden de telaşla çıkaran genç adamın küçük kızın değil de kendisinin dilenci olduğu
duygusunu bir an büyük bir korkuyla hissettiği belliydi. Bu yüzden, efendinin kendisi
olduğunu göstermek zarureti duydu; cebini karıştırıp çıkardığı bozuklukları küçük kızın
kabına bıraktı. Kız artık üstelemedi bakışlarında olgun bir insan ciddiliği, yüzünde işlenmemiş
bir zekanın duruluğu ayrıldı önünden.


Mor saçlı kadın muhatap almadan çattı ona. Boynuna iri kalpli bir kolye takmış, göğsüne
kadar açık bir bluz içinde güneş lekeli teni gözüken orta yaşını geçmiş bu kadın, az önce
oturduğu koltukta, bez çantasından çıkardığı kitabı, “bitkilerin inanılmaz yolculuğu”nu henüz
okumaya başlamışken, ne dürttü bilinmez, kafasını kaldırıp, gözlüklerinin üstünden bakarak
“bunlara para verilmez, bunlara para veren de suç işliyor,” demeye başladı.


Karşısında “bunlara bunlara” diyerek ötelere attığı kız çocuğu önünden geçti onun. Boş bir
yere oturdu. Kadının azarlarını dinlemek istiyordu. Bir evcilik oyununun içindeydi. O şimdi
kabahatli çocuktu.


Kadın kaşlarını çatarak sertçe konuşurken, o, ona hiç bakmadan, elinin üzerindeki bir yarayı
kurcalıyordu. Oturduğu yerden biraz ileride ayakta kalmış yaşlıca bir adama seslendi; “aba
aba” dedi. Sesi kısıktı. Paraların olduğu kabı yerinde bırakarak adamın yanına gitti. Bacağına
dokundu. Kalktığı yeri işaret etti. Adam, oturmayacağını tebessüm ederek anlattı. Çocuk geri
geldi, kabı eline aldı , kendisi hakkında sertçe konuşan kadına ki şimdi o kitabını okuyordu,
kısa bir bakış attıktan sonra onun hemen yanında, başını telefonuna eğmiş genç kızın önünde
dikildi, muhtemelen kendisine öğretildiği gibi minik parmaklarıyla kolunu okşadı. Kız
telefondan başını kaldırmadı kaşlarını oynatarak savdı onu.


Baştan ayağa yeşilin farklı tonlarıyla giyinmiş kadına yanaşmadı. Bütün o yeşilliği dengelesin
diye turuncu bir gözlük takmış olan bu modacı kadının sanki kötü bir şey planlarmış gibi
soğuk ve mesafeli bakışları vardı.


Onun yanındaki kadın yaşlı adama yer vermek istediğine şahit olduğundan para vermese de
küçük kızla biraz ilgilendi. Sanırım diğer kadının para verenlere laf etmesi onu ürkütmüştü.
Sırıtarak ailesini sordu. Neredeydi ailesi, yaşı kaçtı? Kız çocuğu biraz dinledi, ortadaki direğe
sarıldı, bir yarım döndü. Sonra parmaklarıyla işaret ederek “altı” dedi.


Karşı sıradakilere sadece şöyle bir baktı. Orada köşe koltukta genç bir kız vardı. Önünde bir
resim çantası ve boyalı tarafını kendine doğru çevirerek meraklı gözlerden sakladığı büyükçe
bir tuval tutuyordu. Diğer köşede oturan tombul arap karı koca kumrular gibi kafa kafaya
vermiş, bir kulaklığı paylaşarak, telefondan çekik gözlülerin oynadığı arapça alt yazılı bir
diziyi seyre dalmışlardı.

Diğer vagona geçti. Kırmızı yüzlü, sempatik şişko kadın kabına beş lira bıraktı. Az önce
yerini vermek istediği yaşlı adama da uzattı kabını. O, yer vermek istemesine yaptığı gibi
dilenmesine de tebessüm etti. Nihayet dilenci kız kiminde bir acıma hissi, kiminde küçük bir
heyecan, kiminde bir sıkıntı bırakarak uzaklaşıp gözden kayboldu.


Bir sonraki istasyonda trene elinde büyükçe siyah bir çöp poşeti taşıyan bumburuşuk yüzlü
yaşlı bir kadın bindi. Binmezden önce inenleri beklediği üç beş saniye içinde onu uzun çiçekli
elbisesi, başının ancak yarısını örten başörtüsünden alnına düşmüş gümüşi saçları ve beyaz
spor pabucuyla gördüğüm zaman doğrusu aklıma iki şey geldi. Bu kadın ya bütün hayatı
boyunca paraları, malları biriktirmiş, sonunda kafayı sıyırmış yarı deli yarı bunak kadınlardan
biriydi ve elindeki poşet hesapsızca oradan buradan satın aldığı ıvır zıvırla doluydu. Ya da
şişeler, kapaklar, birtakım ilginç şekilli tahtalar, bozuk oyuncaklar, yaylar, iplikler, düğmeler
gibi şeyleri poşetine toplamış, bütün bu malzemeyi kullanarak mesaj yüklü eserler meydana
getirmeyi kafaya takmış, geri dönüşümcü bir sanatçıydı.


Yaşlı kadın içeri adımını atarken sessizce “selamünaleyküm” dedi. Yürüdü, ortadaki direğe
tutundu. Biraz soluklandı. Siyah poşetten birkaç paket kağıt mendil çıkardı. Ne hesap bilmez
zengin bir bunak ne çerçöp toplayan bir sanatçıydı. Sesinde yaşlılığın verdiği bir güçsüzlük,
“mendil alır mısınız?” diyerek tedbirli, minik adımlarla yürümeye başladı. Bir gencin verdiği
bozuklukları avucu içinde iyice gözden geçirdi. Elli lira veren, kucağında kocaman bir çiçek
demeti tutan güleç kadına ısrar etti mendil alması için. Dizleri üzerinde küçük çantası takım
elbiseli genç avukat iş takibindeydi. Onu duymadı. Telefonda yurt dışına çıkmak isteyen fakat
askerlikten aranması olan müvekkiline işin içinden nasıl sıyrılacağını anlatıyordu.


Bir süredir iki vagon arasında mahpushanede gibi volta atan sırt çantalı, tombalakça genç,
birden, “olmaz böyle şey” diyerek bağırdı. “Olmaz böyle şey” diyerek kapıya yanaştı. Tren
durup da kapı açılınca “olmaz böyle şey” diyerek indi. Onun arkasından ben de indim. Olmaz
böyle şeyleri mırıldana mırıldana gidiyordu.


Yeraltından çıkmak için acele eden kalabalığın arasında buldum kendimi. Önümde belki elli
belki yüz kadar hafifçe dalgalanan sırt ve kafa mecburi istikamette akıp gidiyorduk.Karşı
taraftan bir o kadar insan trenlere doğru koşturuyordu.


Sonunda istasyon önündeki küçük meydana döküldük. Meydan, zaman zaman bulutların
arasına girip çıkan güneşin parlak yüzeylere vurarak patlattığı ancak kente ait çiğ bir aydınlığa
boğulmuştu. Herşeyin birbirine karışıp kaynadığı bu aydınlık içinde metro yolcuları uzaklaşıp
gittikçe hayalleşiyor gibiydi.

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın

SANAT TASARIM GAZETESİ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et